Türkiye İsmini Kim Verdi? Toplumsal Cinsiyet, Çeşitlilik ve Sosyal Adalet Perspektifinden Bir Bakış
Herkesin dilinde, her köşe başında duyduğumuz “Türkiye” ismi, aslında hepimizin kimliklerimizle, kültürümüzle ve tarihimizle kesişen bir anlam taşır. Ancak “Türkiye ismini kim verdi?” sorusu, sadece bir coğrafya ismi olmanın ötesine geçer. Bu soru, toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet gibi kavramlarla iç içe bir sorgulama alanı yaratır. Hepimiz bu ismin bir parçası olsak da, bu ismin nasıl ve kimin tarafından verildiği, toplumsal yapılarla ve sınıfsal dinamiklerle doğrudan bağlantılıdır.
Bir İstanbul sokaklarında yürürken, toplu taşımada gördüğüm sahnelerde, ya da işyerimdeki günlük sohbetlerde, her an, Türkiye isminin kimliğimize, toplumsal cinsiyet rollerine ve sosyal yapımıza nasıl yansıdığını görme fırsatı buluyorum. Bu yazı, Türkiye isminin kökenlerinden bugüne kadar nasıl şekillendiğini, farklı toplumsal gruplar için nasıl anlamlar taşıdığını inceleyecek.
Türkiye İsminin Tarihsel Kökeni: Kim Verdi?
Tarihte, “Türkiye” adı, ilk kez 11. yüzyılda Orta Asya’dan gelen Türklerin Batı’ya doğru göç ettikleri dönemlerde kullanılmıştır. Ancak modern anlamda “Türkiye” ismi, 1923 yılında Cumhuriyet’in ilanıyla kesinleşmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra, bu topraklarda yeni bir kimlik yaratmak adına “Türkiye”yi kabul etmişlerdir. Ancak bu karar, sadece bir coğrafi isim koymaktan daha fazlasıdır; aynı zamanda bu topraklarda yaşayan tüm halkların kimliklerini, değerlerini ve sosyal yapısını şekillendiren bir süreçtir.
Ancak bu süreç, toplumun her kesimi için aynı şekilde hissedilmedi. Türkiye’nin ismini kim verdi sorusunun yanıtı, sadece bir kurucu elin etkisiyle şekillenmemiştir. Çeşitli toplumsal kesimler, bu ismi kendi kimlikleriyle özdeşleştirebilmek için yıllarca mücadele etmiş, bazen bu ismin içine sığamamış, bazen de bu ismin sınırlarını kendi deneyimleriyle genişletmeye çalışmışlardır.
Türkiye İsmi ve Toplumsal Cinsiyet
Türkiye isminin tarihsel bağlamda şekillenmesi, erkek egemen bir toplum yapısının izlerini taşır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişin ilk yıllarında, kadının toplumdaki rolü sınırlıydı. Kadın hakları, eğitim ve çalışma hayatında ilerlemeler olsa da, hala pek çok alanda erkeğin belirleyici olduğu bir toplum yapısı egemendi.
Toplumsal cinsiyet bağlamında bakıldığında, “Türkiye” isminin halk arasında benimsenmesi, erkeklerin temsil ettiği bir kimlik olarak kabul edilebilir. Örneğin, birçok kadının sokakta veya işyerinde karşılaştığı mikro-agresyonlar, bu toplumsal yapının izlerini taşıyor. Kadınlar, “Türkiye” isminin toplumsal kimliklerinden bir kısmını alırken, toplumsal cinsiyet normları nedeniyle bu kimlikler çoğu zaman onlara ait olmaktan çıkıyor. Kadınlar, kendilerine atfedilen “ev içi” rollerle ve dışarıdaki “toplumsal alan”la çatışmak zorunda kalıyorlar. Türkiye ismi, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gözler önüne seren bir sembol gibi de karşımıza çıkıyor.
Bir gün, İstanbul’da toplu taşıma araçlarında, kadınların yaşadığı güvenlik sorunlarına dair bir konuşmaya denk geldim. Bir kadının, “Burası Türkiye, burada kadınların dışarıda rahatça gezmesi bile zorken, kimse sana ‘hoş geldin’ demiyor” demesi, bu bağlamda önemli bir örnekti. Kadınların dışarıdaki “Türkiye”yi hissetmeleri, çoğu zaman zorlayıcı olabiliyor.
Türkiye İsmi ve Çeşitlilik: Farklı Kimlikler
“Türkiye” ismi, aslında sadece bir etnik kimliği tanımlamıyor; burada yaşayan farklı grupların kimliklerini de kapsıyor. Kürtler, Aleviler, Araplar, Çerkesler, Lazlar… Her biri kendi dilini, kültürünü, tarihini taşıyan birer kimlik. Ancak bu çeşitlilik, bazen “Türk” kimliğiyle özdeşleştirilen bir ulusal bütünlük içerisinde sıkışabiliyor. Toplumda, bazen “Türkiye” ismi, bu grupların seslerini duyurabilme hakkını engelleyebilecek kadar baskın bir kimlik olarak öne çıkabiliyor.
Sokakta yürürken bir arkadaşımın, “Bu Türkiye’de Kürt kimliği konuşulurken, çok ses çıkaranlar her zaman Türkçe konuşanlar oluyor,” şeklindeki söylemi, işte bu çeşitliliği hissettiren bir örnek. Türkiye ismi ve onun altındaki kimlikler, her bir bireyin kendi dilini, tarihini ve kültürünü yaşama biçimiyle şekilleniyor. Ancak bu çeşitlilik bazen ötekileştirme ve ayrımcılıkla karşı karşıya kalabiliyor.
Sosyal Adalet Perspektifi: Türkiye İsmini Kim Verdi, Kim Kabul Etti?
Sosyal adalet açısından bakıldığında, “Türkiye” ismi ve bu ismin kabul edilme süreci, toplumsal yapıyı yeniden şekillendiren bir etkiye sahiptir. Herkesin eşit haklara sahip olacağı bir toplum inşa etmek, bir isimden çok daha fazlasını gerektirir. Gerçekten de, Türkiye ismi kimi için bir aidiyet hissi yaratırken, kimi içinse sadece bir zorunluluk gibi kalabiliyor. Türkiye isminin kim tarafından verildiği, bu aidiyet hissini benimseyenler ile o kimlikten dışlananlar arasında bir fark yaratıyor.
Örneğin, sivil toplum kuruluşlarında çalışan biri olarak, bazen kendi kimlik mücadelesinin içine ne kadar fazla gömüldüğümü hissediyorum. “Türkiye” ismi etrafında dönüp duran tartışmalar, bazen kişisel haklarımıza dair umutlarımızı da şekillendiriyor. Türkiye’nin tüm bireyleri kapsayan bir kimlik oluşturması, hala toplumsal adaletin ne kadar uzakta olduğuna dair bir hatırlatma.
Sonuç: Türkiye İsmini Kim Verdi?
“Türkiye ismini kim verdi?” sorusu, toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet açısından çok daha derin bir anlam taşıyor. Bu soruya verilecek yanıt, sadece bir tarihsel gerçek olmaktan çıkıp, toplumsal eşitsizliklerin, kimliklerin, sınıf ayrımlarının ve cinsiyet rollerinin sorgulanmasını gerektiren bir meseleye dönüşüyor. Türkiye’nin ismi, aslında burada yaşayanların kimliklerine, mücadelelerine ve sosyal yapıya nasıl yerleştiğini gösteren bir aynadır. Her birimiz, bu ismin altındaki farklı renkleri ve sesleri temsil ediyoruz. Ve belki de en önemlisi, Türkiye isminin gerçekte kimseye ait olmadığını, hepimizin ortak bir kimlik arayışı içerisinde olduğunu hatırlamamız gerekir.